Tarih | Konular | Kitaplar

Eski Türk Devletlerinde Devlet Yapısı ve Yönetim Şekli

Eski Türk Devletlerinde Devlet Yapısı ve Yönetim Şekli



Eski dönemlerde yerleşik bir hayat yaşamamış olan Türklerde, haliyle yerleşik bir şehir kültürü de mevcut değildi.

Bu yüzden Türklere dair, çok eski dönemlere dayanan yazılı ve kalıcı kaynaklara ulaşmak mümkün değildir.

Oldukça eski ve Tarihte iz bırakan bir milletin bu kadar eser bırakmamasında göçebe yaşam kültürü rol oynamıştır.


Türklerin yaklaşık dört bin yıllık bir tarihi olduğu tahmin edilmektedir.



Çeşitli tarihi, siyasi ve hukukî sebeplerle birden fazla devlet kurmuş olan Türklerin anayurdunun Orta Asya olduğu bilinmektedir.

Bilinen ilk Türk devleti veya Türklerin egemen olduğu devlet Hunlardır. Daha sonra Türkler küçüklü büyüklü birçok devlet kurmuşlardır.

Güçlü, kuvvetli anlamına gelen Türk kelimesine devlet ismi olarak ilk defa Göktürklerde rastlanmaktaysa da günümüzde Türk soyundan gelen bütün toplulukları ifade etmek için kullanılan genel bir kavram halini almıştır.

Türk tarihi ile ilgili araştırmalarda Müslüman olmadan önce ve sonra olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmesi klasik hale gelmiştir. Çünkü Müslümanlık Türk tarihinde gerçekten önemli bir yere sahip olmuştur. Şüphesiz Türkler daha önce de din değiştirmişlerdir.

Bu husus Türklerin dini açıdan sıkı bir taassuba sahip olmadıklarını göstermek açısından ilgi çekicidir. Ancak daha önceki din değiştirmeler sistem değişikliğini gerektirmemiştir.

İslâm, hukukî hükümleri de kapsayan bir din olduğu için Müslüman olan Türkler İslâm’ın hukuk sistemini de benimsemişlerdir.

Bu incelemede sadece Türklerde Müslüman olmadan önceki devlet başkanlığı kurumu üzerinde durulacaktır. Şüphesiz burada ilk belirtilmesi gereken husus bu konudaki kaynak kıtlığıdır.

Muhtemelen bu eserin ilgili kısımlarında eski Türklerle ilgili kaynak sıkıntısının sebep ve sonuçları üzerinde durulacağından burada bu konuya temas etmeyi düşünmüyoruz.

Şu kadarını söyleyelim ki, eski Türklerde devlet başkanlığı gibi en önemli kurum hakkında birkaç etnoğrafik, Çin kaynaklarından Batı dillerine aktarılmış güvenilirliği tartışmalı birkaç eser ile tarih amaçlı araştırmalara dayanarak kesin değer yargılarına varmak bizi hatalı sonuçlara götürebilir. Bununla birlikte “bir şey tamamen elde edilmezse onu tamamen terk etmek de doğru olmaz” prensibinden hareketle bu konuda ulaşabildiğimiz kaynaklardaki bilgileri değerlendirmeye çalışacağız.

Yine belirtmemiz gerekir ki bu incelemede her bir Türk devletinde devlet başkanlığının incelenmesi gereksiz tekrarlara sebep olacağından mümkün olduğu kadar genelleştirerek Türk geleneğinde devlet başkanlığının öne çıkan özellikleri üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

A. Devlet (İl)

Türklerin yönetim yapısının en üstünde, devlet veya bir hükümdar tarafından idare edilen siyasi birlik anlamında İl kavramı kullanılmaktaydı.

İl, iyi dostluk, sevgi, sulh, barışseverlik anlamlarına gelen bir kavramın devlet anlamında kullanılması gerçekten dikkate değer bir husustur.

Devlet deyince akla devleti oluşturan hakimiyet, ülke ve halk olmak üzere üç unsur gelmektedir. Eski Türklerde hakimiyete oksızlık, ülkeye ülüş, halka da kün veya budun dendiğini görüyoruz.

Eski Türk anlayışına göre İl’in varlığı hakimiyete bağlıydı. Hakimiyet yoksa halkın ve kara parçasının bir anlamı yoktu.

Türklerin her gittikleri yerlerde küçüklü büyüklü devlet kurmuş olmaları onların bağımsızlığa ve hakimiyete düşkün olduklarını göstermektedir.

Hakimiyet halkı temsilen belirli bir zümreye aitti. Bu elit zümre Han, Kağan, Hakan, Yabgu gibi unvanlarla kendisine hitap edilen devlet başkanını seçiyordu.

Ancak hakan adayı olabilmek için kut verilmiş aileye mensup olmak gerekiyordu. Hakan hakimiyeti elinde bulunduruyor, kanun (töre) koyabiliyordu. Bununla birlikte bütün monarşilerde olduğu gibi hakana bağlı olarak bu hakimiyetin beyler ve halk (budun) ile paylaşıldığı, onlara danışıldığı da oluyordu.

Türklerde devlet anlayışının daha çok konfederasyon şeklinde olduğunu görüyoruz. Bunun sebebinin, hakimiyet anlayışı ve ülkenin yönetim hakkına sahip olan sülalenin fertleri arasında paylaştırılmasından kaynaklandığı söylenebilir.

B. Kut Kavramı

Kut, Türkçenin en eski kelimelerinden birisidir. Tarih boyunca birçok anlam kazanmıştır.

Kut her şeye girebilen ve kutsal nitelik kazandıran sihir gibi bir şeydi. Şamanizm’de ruh veya can anlamında kullanılmaktaydı.Eski Türk ve Moğollarda Kut’un semadan inen bir nur olduğuna inanılıyordu.

Kut’un, bilgisiz, iyi ahlakını yitiren kimselerden uzaklaştığı kabul ediliyordu. Ayrıca Orhun Yazıtları’nda “Kut”, tanrı anlamında da kullanıldığı da görülmektedir.

Kut’un en yaygın ve belirgin anlamı, şüphesiz devlet veya siyasi hakimiyettir. Orhun Yazıtları’nda “Tanrı yarlıgadığı için kut’ım” şeklinde yani Hakan anlamında geçmektedir.Eski Türk hukuku ile ilgili en önemli kaynaklardan birisini teşkil eden Yusuf Has Hacib’in ünlü eserinin ismi “Kutadgu Bilig”in de buradan geldiği bilinmektedir.

Eserin içerisinde de Kut kelimesi devlet ve siyasi hakimiyet anlamında sık sık kullanılmıştır. Netice olarak Kut, eski Türk kamu hukukunda temel bir yer tutmaktadır.

C. Hakimiyetin Kaynağı

Yukarıda da ifade edildiği üzere eski Türklerde hakan olabilmek için Gök Tanrı tarafından kut verilmiş aileye mensup olmak gerekiyordu. Gök Tanrı tarafından Kut verilmiş aile belliydi.

Yani her zaman değişmezdi. Bu, Hunlarda Tuku, Göktürklerde Açina, Uygurlarda Yağlakâr ailesiydi. Hunlarda Kut, yere inen bir nur olarak bilindiğinden, Han soyunun kuttan meydana geldiğine inanılırdı.Dolayısıyla hakanın kutun gözle görülür sembolleşmiş bir hali olduğu kabul edilmekteydi.

Hakan olabilmek için tanrının kut vermesi gereğinden hareketle, devlet başkanını Tanrının belirlediği ileri sürülmüştür.14 Ancak uygulamaya bakıldığında bu fikre katılmak mümkün görünmemektedir.

Çünkü Gök Tanrı tarafından kut doğrudan kişilere değil bir aileye verilmekte, başka bir ifade ile bu soydan gelen insanların hakan olmaya layık oldukları anlamına gelmekteydi.Neticede kimin hakan olacağına beyler ve diğer devlet memurları ile halk karar vermekteydi.

Muhtemelen insanların sonucu takdirle karşılayarak kabullenmeleri ve herhangi bir siyasi kargaşaya sebep olmadan halkın itaatını sağlamak için böyle bir anlayış sergilenmekteydi. Nitekim hakan, kutsal bir varlık olmayıp, kendisine hükümdarlık tacı giydirilmiş talihli bir kişidir.

Dolayısıyla eski Türklerde teokrasiden söz etmek mümkün görünmemektedir. Çünkü Tanrı adına mutlak doğruları halka dayatan bir hakan söz konusu değildir.

Töreler genellikle halka veya temsilcilerine danışılarak çıkarılmaktadır. Değer yargısı ve törelerin kaynağında referans olarak tanrının iradesi gösterilmemektedir.

Tanrının ortaya koyduğu az veya çok bir prensip de mevcut değildir. Bütün bu sebeplerle eski Türklerde laik bir devlet anlayışının hakim olduğu söylenebilir.

D. Devletin Şekli

Eski Türklerde hakimiyetin Hakan, beyler ve halk arasında paylaşıldığını, fakat çoğunluğunun Hakan’a ait olduğunu yukarıda belirtmiştik.

Buradan hareketle eski Türklerdeki devlet şeklinin, birbirinden kısmî farklılıklar arz etmekle birlikte, genelde monarşi olduğu ileri sürülmüştür.Bu monarşi seçimli ve irsî bir monarşidir. Hakan, devletin ileri gelen memurları, devleti oluşturan Boy’ların Bey’leri ile halk tarafından seçilmektedir. Bu nedenle Eski Türklerdeki devlet şekli, seçimli monarşidir.

Fakat Hakan mutlaka kendisine kut verilmiş aile içerisindeki erkeklerden olmak zorunda olduğu için irsî bir nitelik arz etmektedir.Bu monarşinin kayıtsız, şartsız bir mutlak monarşi olmadığı söylenebilirse de meşruti monarşi olduğu da ileri sürülemez. Gerçekten Hakan’ın iradesini sınırlayan unsurlar bulunmaktadır. Her şeyden önce Eski Türklerde halkın her şeye itaat etmediğini biliyoruz. Halkın devlet işleri ile yakından ilgili olduklarını Kurultay’a katıldıklarına ve görüşlerini serbestçe ifade ettiklerine şahit oluyoruz.

Hakanların da halkın görüşlerini saygı ile karşıladıklarını tarihi kayıtlar bize göstermektedir. Hakan’ın iktidarını kısıtlayan ikinci unsurun Beyler olduğunu görüyoruz.

Hakan, bütün devlet işlerini Kurultaya danışmak zorundaydı.Töre, yani geleneksel kanunlar ise, Han’ın yetkilerini sınırlandıran üçüncü unsurdu.

20 Ne var ki bütün bu sayılanlar kesin bağlayıcı ve denetim mekanizmaları olmadığından eski Türklerde meşrutî bir monarşinin olduğu söylenemez.

Eski Türklerde devlet, hükümdar ailesinin malı kabul edilmekteydi.Dolayısıyla ülke toprakları Hakan’ın ölümünde oğulları ve kardeşleri arasında paylaşılıyordu.Bunlardan birisi Hakan seçiliyor diğerleri de Bey olarak kendilerine düşen kısımları idare ediyorlardı.

Buradan hareketle bir kısım müsteşrikler, eski Türklerde çifte Krallık (Hakanlık) olduğunu ileri sürmüşlerdir.Ancak bu tespitin isabetli olduğu söylenemez.

Çünkü bu yönetim tarzının kendi içerisinde bir mantığı, bir işleyiş şekli vardı.Örneğin Göktürklerde batıdaki İstemi Han’ın doğudaki Bumin’e ve daha sonra da oğullarına tâbi olduklarını görüyoruz.

Yani doğudaki Han, Hakan kabul ediliyor, batıdaki Han ise ona bağlı bir Bey durumundaydı.Yoksa ikisi de Hakan değillerdi.

Bağımsızlığını ilan ederek ayrı devlet kuranlar ise müstakil bir devlet olarak varlıklarını az veya çok sürdürüyorlardı. Ancak bunun çifte krallıkla bir ilgisi yoktu.





Eski Türklerde Devlet Yapısı, Eski Türk Devletlerinin Yönetim Şekli, İslamiyet öncesi Türklerde Devlet Yönetimi konusu anlatıldı.