Tarih | Konular | Kitaplar

Türk Devletlerinde Hükümdarlık Alâmetleri

Türk Devletlerinde Hükümdarlık Alâmetleri


Tarihte çok çeşitli ünvanlar kullanan Türk Devletlerinin Sultanları, hükümdarlığa ilişkin alametler de taşımışlardır.


Türk siyasî otorite kavramını ortaya koyan unvanların ilki “Tanrı-kut” unvanıdır.

Mete Han’ın da unvanı olan bu tabir Kut’un Tanrı menşeli oluşunu ve siyasî otoritenin kaynağını göstermesi açısından önemlidir.


Bir diğer eski Türk hükümdar unvanı ise “kutlug”dur ve anlamı “Tanrı tarafından verilen kut’a, siyasî otorite gücüne sahip olan” demektir.


Bundan başka Göktürk kitabeleri’nde geçen “Tengri ifadesi; “Tanrıya benzer Tanrı” ya da “Tanrıya benzer Gök” şeklinde çevrilmiştir ve sanki Türk hükümdarının “Gök (Sema)’ün oğlu” olduğu anlayışı yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Ancak kimi tarihçiler yorumlarında burada geçen tâbi rin “Kendine benzer (eşi olmayan Tanrı’nın yarattığı kimse” demek olduğu fikrini benimsemişlerdir.


Yine “Tengri Teg Tengride Kut Bulmış”, “Tengri (Gök Kağan”, “Iduk-kut” gibi eski Türk hükümdar unvanlarının hepsi “hükümet etme hakkı olarak Tanrı tarafından bahşedilen yetki” karşılığında kullanılmışlardır.



Türk hâkimiyet anlayışında bir kimsenin hükümdar olabilmesi için Tanrı’nın o kimseye “yarlıg” vermesi, onu ‘kut” ile donatması ve ayrıca hükümdarın “ülüg” sahibi olması gerekiyordu.


Bunların yanı sıra ‘küçlüg” ve “erdem”tabirleri de Kağan’ın önemli özelliklerindendi. Türk hükümdarları bu deyişleri unvanlarına dâhil etmekle siyasî otoritelerini hukuki bakımdan meşrulaştırmış oluyorlardı.


Bu sözcüklerden “yarlıg” “Tanrı’nın izni ve iyi kader” demektir.




Türk anlayışı her konuyu Tanrı’nın iznine bağlıyordu. “erdem”, fazilet demekti Kaşgarlı Mahmud bu sözü Arapça “edeb” tabiriyle karşılamıştır.


Bir nevi Tanrı vergisi olan erdem devlet yönetme yetkisiye çok yakından anılmış ayrıca “Alplik” ile “erdem” yan yana söylenmiştir.


“Ülüg” ise “Tanrı tarafından insanlara paylaştırılan akıl ve şans” idi. İslâmiyet sonrası bu tabir “nasip” kavramı ile ifade edilmiştir. “Küçlüg” sözü de “güçlü” anlamında kullanılmış, Türk kağanları Tanrı’nın verdiği güçle hükümdar olduklarına inanmışlardır.

İslamî dönem Türk devletlerinde kullanılan hükümdar unvanları ise özetle şöyledir:

Karahanlılar camiasında hükümdar’a umumiyetle “beg: bey” diye hitab edilmekteydi.

Ayrıca “iliğ” unvanı da kullanıyordu. Ancak Kaharanlı hükümdarlarının en çok kullandıkları unvanlar “Han” ve “Hakan” olmuştur.

Bununla birlikte Arslan, Buğra, Tonga gibi Türk tarihinde “Onkun” olan çeşitli hayvanlar ile Tabgaç, Kara, Kadir ve Kılıç gibi sıfatlarda unvanlarla birlikte geçmektedir.

Xl.Yüzyıl Karahanlı hükümdar (ve hatunlarının) unvanları arasında “Terken”i de saymalıyız. “Sultan”tabirinin ise Karahanlılar çağında yeni benimsenmeye başlayan bir unvan olduğunu eklemek gerekiyor.



Selçuklu Devleti hükümdarlık haline geldiği zamandan itibaren (1092) Melikşah’ın ölümüne kadar ki süreçte hanedanın başında bulunan hükümdarlar ( Tuğrul Bey, Alp Arslan, Melikşah“es-Sultan’ül-mu’azzam şâhenşâh” (şahların şahı büyük sultan ) unvanını taşımışlar bu unvan altında paralar bastırmışlardır.


Bunun yanı sıra Sultan Tuğrul,Abbasi halifesinin kendisine tevcih ettiği “Melikü’l-maşrık ve’l-mağrib” (doğunun ve batının meliki) lakabını da kullanmaktaydı. Alparslan’ın en ünlü lakabı Adududdevle idi.

Esasen şekli bir durum ifade eden unvan ve lâkablar bahsedeceğimiz diğer hâkimiyet sembolleriyle birlikte siyasî otorite gücünün kimde olduğunu tayin etmekteydi. Örneğin Selçuklu vassalık(bağlılık) statüsünde tâbi(bağlı) devlet hükümdarı metbu(bağlı olunan) devlet başkanının unvan ve lâkablarını taşıyamıyordu.

Bu anlamda unvan ve lâkablarda derecelendirme söz konusuydu.

“Siyâset-nâme”de bu lâkablar için uzun bir bölüm ayrılmıştır.

Anlaşıldığına göre unvan ve lâkablar Selçuklu sultanlarına Bağdad Abbasi Halifeliği tarafından belirlenip gönderiliyordu.Selçuklu sultanları halife dışında hanedan üyelerinden olmak üzere hiç kimseyi saltanatlarında ortak tanımamışlardı.

İstisnai olarak Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde ortak hükümdarlık görülmüştür.


2) Hutbe

İslam devletlerinde meşruiyetin bir şartı olarak halifenin hükümdarın otoritesini tasdik etmesi gerekiyordu.

Bunun göstergelerinden birisi de hükümdarın hâkim olduğu sahalardaki camilerde cuma namazları esnasında halifeden sonra kendi adının, unvan ve lâkablarının zikredilmesidir. Buna “hutbe”, hutbeyi okuyan din adamına da “hatib” denir.


Tahta çıkan hükümdarın halife tarafından tanınmasının öncelikle alâmeti hutbedir. Hutbede öncelikle halifenin ismi ardından da hükümdarın ismi halifenin kendisine verdiği unvan ve lâkablarla birlikte zikredilirdi.

Tâbi(bağlı) bir hükümdarın ülkesinde ise okunan hutbede önce halifenin,ardından metbu(bağlı olunan) hükümdarın son olarak ta kendisinin ad, unvan ve lâkabları zikredilirdi.

Aynı durum tâbi hükümdarların bastırdığı Para içinde geçerlidir.

Şayet tâbi(bağlı) hükümdarlar okuttuğu hutbeden ve bastırdığı paradan metbu(bağlı olunan) hükümdarın ismini çıkarmış ise, bu onun isyan ettiği anlamına geliyordu.

Bu durumda metbu hükümdar isyan eden tâbi hükümdarları üzerine ordu göndererek onu cezalandırıyordu.

Osman Bey,1299 yılında adına hutbe okutarak,Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu tamamlıyordu.

Hutbe,devletin ilk kuruluşunda ya da hükümdar değişikliklerinde de okutularak bir nevi duyuru niteliğinde kullanılıyordu.

Selçıklular’da Dandanakan savaş meydanında,Tuğrul Bey adına hutbe okutarak,bağımsızlıklarını dünyaya ilan etmişlerdi(1040).

Bağımsızlık ilanı ceşitli devletlere ayrıca ulaklar aracılığı ile duyurulurdu.



3) Sikke

Tahta çıkan bir hükümdarın bağımsızlık alâmeti olarak adına para bastırması ve İslamî meşruiyetin gereği, kendi adı gokturk-parasiile unvan ve lâkablardan önce zamanın halifesinin adını bu parada zikretmesi gerekiyordu.

4) Hükümet Merkezi (Payitaht)

Başkent, bir devletin hem dış hem de iç hâkimiyetini belgeleyen üçüncü önemli bir unsurdur.

Orta Asya Türk toplulukları başkent kavramını “Ötüken” bölgesi ile sembolize ederlerdi. Bu bölgeyi ele geçirip, kağanlık otağını oraya kuramamış bir kavim, Orta Asya üzerinde hâkim olma hakkını elde
edemezdi.


Ötüken, Türk hayatında kutsal bir yer idi. Burası aynı zamanda askerî strateji bakımından da önemliydi. Türklere göre ebedi bir devlete sahip olmak ancak başkent Ötüken’de il tutmakla mümkündü.Göktürk Kitabelerinde de “Ötüken” uzun uzun anlatılmıştır.


Türkler “kağan otağının bulunduğu yer” anlamında “ordu” sözünü kullanmışlardır. Büyük Hun Devleti çağından beri yaşayan ordu deyimi esasen hakan ailesinin bulunduğu devletin merkezini ifade ediyordu.

Karahanlı Devleti’nde de görülen bu tabir devletin kuruluşu yıllarındaki payitahtlar olan Kaşgar ve Balasagun’u da anlatan bir tabirdir.

Kaşgarlı Mahmud bu konuda şu bilgiyi verir: “ordu, hakanın oturduğu şehir demektir.

Bundan alınarak hakanların oturduğu Kaşgar şehrine de ‘ordu-kent” denilmiştir.

5) Saray

Saray, Türklere göre hükümdarlığın önemli alâmetlerinden biridir. Uygur Türkleri saraya, “Örg” (Örüg) adını verirlerdi.

Türk hakanları ele geçirdikleri ülkeler ve sınırlara ‘hâkimiyet sembolü” olarak kendi saylarını da yaptırırlardı.


Saray bir nevi “devlet evi” sayılırdı. Kaynaklarda “dergâh, bârgâh, devlet-hâne” gibi isimlerle de zikredilen sarayda, hükümdar ve ailesi otururdu. Ayrıca burada devletin resmi işleri de yapılırdı.

6) Otağ

Eski Türk devletlerinden beri bilinen “otağ” yani “hakanlık çadırı” da Türklerde hâkimiyet alâmetlerindendir.

Büyük Selçuklularda saltanat çadırı manasında “süradik” tabiri kullanılırdı.


Hükümdar sefere çıkacağı zaman otağını ne tarafa kurdurmuşsa seferin o yöne yapılacağı anlamına geliyordu.


Saltanat çadırı sadece sefer zamanı değil sevinçli bir hadisenin kutlanacağı anlarda da kuruluyordu.



7) Taht ve Tac

Türklerde hakan olmak vakıası, ilk defa tahta oturmakla kendisini gösterir. Eski Türkler taht’a “örgin” demişlerdir. Tahtın şekli ve kıymeti mevki ve makama göre değişiyordu.

Taç, tahttan hiç ayrılmayan bir hâkimiyet alâmeti idi. Hükümdarlar tahta çıktıkları zaman tacı da başlarına takarlardı.


8) Çetr

Çetr hükümdarların başlarında taşınan bir nevi saltanat şemsiyesidir.
Karahanlılarda hükümdara ve prenslere mahsus çetrlerin vardı ve bunlar kırmızı renkteydi. Selçuklu’larda da çetr saltanat alemetiydi.

9) Bayrak

Hâkimiyet sembollerinden bayrak, Türk devletlerinin önemli simgelerindendi. Türkler, bayrak kelimesi ile birlikte “âlem” kelimesini de kullanmışlardır.

Bu nedenle seferlerde ordunun önünde bayrak taşıyan kimseye “alemdar” denilmiştir.

Karahanlılarda ve Büyük Selçuklularda bayrak ve tuğların kırmızı renkte olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte beyaz renkte hükümdar renklerindendir.

10) Tuğ

Eski Türklerin bağımsızlık sembollerinden olan tuğ (âlem) bayraklar gibi al (turuncu-kırmızı) renkte idi.

Hakanın tuğ sayısı dokuzdur. Zira, Türkler dokuz sayısını uğurlu sayarlardı. Burada sözü edilen tuğ, at, yaban sığır vb. kuyruklarından yapılmış tuğ değildir.


Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad,Osman Bey’e bağımsızlık alameti olarak “ak sancak” da göndermişti. Kastettiğimiz tuğ kumaştan yapılan bir nevi sancaktır.

Karahanlılar’da at ve yaban sığırı kuyruğu gibi tüyler devletin sembolü olarak değil, savaşta muharipler tarafından mızrak uçlarına veya at eğerlerine takılan ve “beçkem” diye adlandırılan bir nevi yiğitlik alâmeti olarak kullanılmıştır.

11) Nevbet

Nevbet, hükümdarlık sarayının kapısında veya saltanat çadırının önünde o zamanın devlet bandosunun konser vermesi demektir.

Nevbet, Sultan için, namaz vakitlerinde olmak üzere günde beş defa çalındığı halde; tâbi hükümdarlar, üç defadan fazla çaldıramazlardı.

Hükümdar seferde iken de devlet orkestrası yanında olurdu.

Devlet mehteri geleneği eski Türk devletlerinden itibaren süregelmiştir.Bu bir nevi mızıka takımına “tuğ” da denilmiştir.

Yine hâkimiyet sembolü olarak davula “kövrüg”, “köbrüge”, “kös” isimleri verilmiştir.


12) Hil’at, Tıraz

Tıraz, üzerine hükümdarın ad ve lâkabların işlenmiş bulunduğu sembolü olan renkte imâl edilen elbisenin adıdır.

Tıraz, hükümdar tarafından devlet adamlarına verildiği zaman hil’at adını alırdı.


Diğer taraftan hil’at kelimesi yalnızca elbiseyi değil, kemer, kılıç ve benzeri kuşam malzemesi ile at eğer takımı gibi şeyleri de kapsamaktadır.